Sıkça Sorulan Sorular

Sıkça Sorulan Sorular

My Prodüksiyon Seslendirme Ajansı bu sayfa üzerinde sıkça sorulan sorulara sizler için cevap veriyor ve bilgi paylaşıyor. Seslendirme, Dublaj, Prodüksiyon, Anons ve Seslendirme Ajansı hakkında merak edilenlerin listesini burada bulabilirsiniz.


Yapılan araştırmalar gösteriyorki, kişilerin ruh halini pozitif yönde etkileyen en kolay yöntem müzik. Buradan haraketle müşterilerinizle günboyu iletişim halinde olacağınız mağazacılık anlayışı ile çalışanlarınız motivasyonunu arttırarak müşterilerinizi gülümseleten bir şekilde mağazacılık yapmak istermisiniz? Sizin belirleyeceğiniz, beğendiğiniz şarkılardan oluşan şarkı listesi ile mağazınız açık kaldığı sürece açık olacak bir radyo. Öyle ki dilerseniz saatbaşı haberlerinde mağazanızdaki haberleri, reklam kuşaklarıyla mağazanızda tanıtmak isteyeceğiniz, kampanyalar, indirimler ve çok özel fırsatları size özel hazırlayacağımız Jingle'larla müşterilerinize anında ulaştırabilirsiniz. Dilerseniz size özel bu radyoyu firmanızın internet sitesi üzerinden 24 saat aralıksız yayına da geçirebiliriz. Türkiye'de ilkleri müşterilerine sunan My Produksiyon aracılığıyla Türkiye'de ve Ingiltere'de birçok mağaza mağaza içi radyomuz ile artık müşterileriyle daha kolay iletişim kurabiliyor. Peki nedir Mağaza Seslendirmesi ve Radyoculuğunun avantajları?
  1.  Kampanya, Indirim ve Fırsat Ürünlerinizi hızlı ve etkili bir biçimde müşterilerinize ulaştırırsınız.
  2.  Reklama harcamanız gereken, maliyet, enerji ve zaman en aza iner.
  3.  Mağazanıza özel Jingle, Reklam ve Haber kuşaklarıyla marka değeriniz artar.
  4.  CD'lerin takılması yada yaşanabilecek teknik sorunları en aza indirirsiniz.
  5.  Profesyonel Radyonuzdaki yüksek ses kalitesi çalışanlarınızın motivasyonu artar.

Mağaza Radyo, Mağaza Seslendirme ve Mağaza Reklamcılığı için tek yapmanız gereken bize telefon veya email ile ulaşmak ve detaylar konusunda bilgi sahibi olmak. Bize iletişim bölümünden ulaşabilirsiniz.

Etiketler: mağaza müzikleri, mağaza anonsları, mağaza radyo, mağaza seslendirme, mağaza anonsu, mağaza sesi, mağaza müziği, mağaza reklam, mağaza şarkı, mağaza şarkıları, mağaza yabancı müzik, mağaza türkçe muzik, mağaza dünya müziği, mağaza müzikleri 2011, mağaza müzikleri 2012, mağaza müzikleri 2013, mağaza müzikleri 2014, mağaza müzikleri 2015, mağaza müzikleri 2016, mağaza müzikleri 2017,  mağaza müzikleri 2018, mağaza müzik sistemleri, mağaza müzikleri, mağaza radyosu, mağaza otomasyon, mağaza ses sistemleri, mağaza seslendirme, mağaza anonsu, mağaza anons sistemi, mağaza anons örnekleri, mağaza içi müzik yayını, mağaza içi seslendirme, mağaza içi reklam, mağaza içi tanıtım, mağaza içi anons sistemi

Mastering, bir albümün basılmadan evvel gerçekleşen en son yaratıcı ve teknik aşamasıdır. Mix'ler farklı günlerde, hatta bazen farklı mix mühendisleri tarafından yapılır ve doğal olarak da şarkılar arasında volume ve renk farklılıkları oluşur. Mastering'i bitmiş bir albümde bunların hepsi dengelenir ve böylelikle dinleyiciler kullanmakta oldukları müzik setlerinde şarkılar arası herhangi bir ayar yapmak durumunda kalmazlar. Bu tabii ki her mastering işlemi aynı neticeyi verecek anlamına gelmez. Mastering'de yapılacak dengeleme program materyalinin kendine has tarzına ve içine gireceği derlemenin genel dengesine göre değişecektir. Mastering'de amaç, gerektiğinde bir klasik müzik parçası, bir düz konuşma, bir halk müziği parçası ve bir rock müziği parçasını ard arda bir CD üzerinde bir araya getirip seviyelerini dinleyiciye bir parçadan diğerine geçişte rahatsızlık vermeyecek, hatta şarkılar arası geçişi dahi hissettirmeyecek şekilde dengeleyebilmektir. Bu da öncelikle mastering mühendisinin hem çok iyi bir müzik dinleyicisi olması, hem de müziği dinlerken bir yandan bilinçli bir şekilde analiz edebilmesini gerektirir. Mastering Mühendisi kimdir ve nasıl olunur? Mastering Mühendisi, müzikal olduğu kadar çok iyi kulağa, çok iyi ekipmanlara ve ciddi teknik bilgiye de sahip olmalıdır. Problemli frekansları çok iyi tahmin edebilecek düzeyde bir kulağa sahip olması gerekir. Standart kayıt stüdyolarında bulunmayan birçok ekipmanı kullanmayı, dijital teknolojinin getirdiklerini-götürdüklerini hem teknik, hem de kulak olarak bilmelidir. Birçok müzik türüne aşina olmalıdır, bol bol müzik dinlemelidir. Sonuç olarak binlerce YTL harcanarak hazırlanmış bir albüme son noktayı koyan olması sebebi ile üstlendiği görev ve sorumluluk çok yüksektir. Mastering nasıl bir ortamda gerçekleştirilmelidir? Mastering yapılacak mekânın akustiğinin iyi olması her şeyden önce gelir. Bir mastering odası sessiz olmalı ve mükemmel bir akustiğe sahip olmalıdır. Hoparlörler, kayıt ve mix stüdyolarında kullanılanlardan çok farklı konumlandırılmalıdır. Mix ve kayıt stüdyosunda mixer'in, sesin açık çıkışını engellemesi durumu mastering odalarında olmamalıdır, hoparlörlerden ferah ve herhangi bir yere çarpmadan bir ses çıkması gerekir. Bu sebeple mastering odalarında hoparlörler ile dinleyen arasında mesafe vardır ve hoparlör konumlandırılmasında "eş kenar üçgen" kuralı geçerli değildir. Mastering yapılan odadaki kullanılan hoparlörler geniş bir ses aralığına sahip olmalı, alt frekansları çok net vermelidir. Genelde mastering odalarında hi-end hi-fi hoparlörler tercih edilir. Mastering'de kullanılan ekipmanlar, kablolama ve elektrik sistemi çok kaliteli olmak zorundadır. Analog mastering, bir çok mastering mühendisi tarafından tercih edilmektedir. Mastering, ev ortamında ve özellikle DAW (digital audio workstation)'lar ve bunların plug-in'leri kullanılarak yapılmamalıdır. Bu tarz dijital ortamlardaki yapılan mastering'ler sonucunda stereo daralması, seste distorsiyon, sahne kaybı gibi önemli problemler çıkmaktadır. Mastering'i bitmiş bir proje fabrikaya değişik medyalar ile gönderilebilir. Bunların en çok kullanılanı Audio CD ve Exabyte'dır. Ancak, kullandığınız Audio CD'nin kalitesi son derece önemlidir. CD medyası olarak profesyonel fazla bir marka yoktur. Profesyonel olan ürünlerin BLER rate'leri ve jitter oranları çok düşüktür ve audio için optimize edilmiştir. Mastering aşamasında kullanılacak ekipmanlar şunlardır; 1. Mastering Mixer (tercihen analog) 2. Hi-End hoparlörler ve kaliteli amplifikatörler 3. Compressor (tercihen analog -en çok kullanılan Manley Variable-MU) 4. EQ 5. Limiter 6. Mastering kalitesi AD / DA converter 7. PC veya MAC bilgisayar ve CD veya Exabyte basımı ve bazı restorasyonlar için software Mastering'e nasıl gidilmeli? Mastering'e gitmeden evvel, yapmış olduğunuz mix'leri farklı ortamlarda dinleyip, kendinizce gördüğünüz problemleri mutlaka giderin. Mastering mühendisine başlamadan evvel mixlerinizi dinletin, yorumlarını alın ve ona göre bir daha düzeltmelerinizi yapın (örnek; bas gitarın 120hz'ini 2dB kısın, vokali 1dB açın gibi yorumlar gelebilir). Mastering mühendisi sizden şarkıları "stem" olarak getirmenizi isteyebilir; yani 2 kanal davullar ve perküsyon, 2 kanal gitarlar, 2 kanal synthler, 2 kanal geri vokaller, bas ve main voc gibi. Ayrıca yapılabilecek çok faydalı bir uygulama olarak da, "işte bu" dediğiniz miksinizin diğer bütün dengeleri aynı kalmak üzere sadece vokalini bir 1 veya 2dB yükselterek bir alternatif miks, bir de 1 veya 2dB düşürerek bir başka alternatif miks alıp üç alternatif miks halinde mastering mühendisine göndermeniz, bazı durumlarda mühendisinizin işini kolaylaştıracaktır.
“Kim gelir, kim gelir, kim gelir?” diyerek televizyon ekranında üzerime üzerime yürüyen kişiyi gördüğüm anda kanalı değiştirme ihtiyacı hissettim. Bunu yapma sebebim Kibariye’yi sevmemek değil, artık merak hissimin reklamda bir ünlü kullanılarak uyandırılamamasıydı. Bir süre önce “Şampiyon yurda dönüyor” sloganı ile başlayan Sky Airlines’a ait olan reklamlar için de benzer şeyler hissetmiştim. Orada durum biraz daha vahimdi çünkü kalabalık ve gürültücü bir grup vardı ekranı dolduran. Reklamlarda söyleyecek çok önemli bir fikir varsa hemen söylenmesinden, çok orijinal ve şaşırtıcı bir ürün değilse de doğrudan reklamlarının yapılmasından yanayım. Kibariye’nin yer aldığı reklam filminin ait olduğu mal – hizmeti kısa sürede öğrenir ve bunun merak uyandırmaya yönelik bir ürün olup olmadığını o zaman tartışırız ancak bu şekilde başlatılan kampanyaların taşıdığı riskleri değerlendirip, reklamları da bu risklere göre planlamak gerekir. En büyük risk tüketicilerin ilgisini çekememektir ki bizim ülkemizde buna benzer kampanyalar çok sık yapılır hale geldiği için kısa sürede etkisini yitiriyor. Sadece televizyon reklamlarında değil, diğer mecralarda yürütülen kampanyalarda da kullanılan bu yönteme, televizyon programlarının ön tanıtım çalışmalarında da zaman zaman zaman başvuruluyor. Ama yukarıda da belirttiğim gibi, gerçekten orijinal bir mal – ürün ya da bunlara ilişkin bir kampanya değil ise, merak uyandırmaktan çok rahatsız edici oluyor. Ne olduğunu merak etmek yerine, tüketici karşılaştığı yerde reklamı yok sayıyor ve nihayet açıklama zamanı geldiğinde de “Evet, buymuş, sıradaki” gibi hareket edebiliyor. Bu kampanya türünün en başarılı örneklerinden birisi Axess kredi kartı için yapılan reklamlardı. Üstelik bu reklamlarda ünlü yoktu ve Serdar Orçin gibi genç bir oyuncuyu izleyicilere de tanıtmıştı. “Parçalayıp bölmeye değil, birleştirmeye yarar” sloganı ile sadece hedef kitlesinin değil bir çok kişinin ilgisini de çekmeyi başarmıştı. Axess yıllar içinde ünlü yüzlerle çalıştı, halen de Özgü Namal ile çalışmaya devam ediyor ancak büyük bir reklam kampanyasının ilk ayağında, sadece ürünü değil, o ürünün yüzü olan oyuncuları da merak ettirerek başarılı bir reklam kampanyası gerçekleştirmişti. Reklamlar yapıldıkları mecralara, mal – hizmetlere, şirketlere, markalara, etki alanlarına… Vb. göre az ya da çok bütçelerle hazırlanırlar. Üstelik prodüksiyonda kullanılan ünlü kişiler çok zaman en önemli maliyet unsuru olarak bütçelere dahil olur. Sadece ünlü yüzlerle çalışmak, ya da merak duygusunu dürtmeyi hedefleyen çalışmalar yapmak reklamın başarılı olacağının garantisi değildir. Bu açıdan Kibariye’nin açtığı kapıdan gelen mal – hizmet – marka bir an önce içeri girip ve söylemek istediğini söylemesi yerinde olur.
Toplum karşısında, mikrofon veya kamera karşısında konuşurken yüzleştiğimiz en büyük engel korku ve heyecandır. İlk defa yaptığımız her iş önce heyecan ve korku oluşturur. Korku anında dolaşım sistemi içerisine gerginlikle orantılı olarak aşırı kortizol salgılanır. Bu durum düşünce akışını engeller. Kişi bu anda olumlu duygularını kaybeder. Daha ileri düzeyde elleri ve hatta tüm vücudu titrer. Kalbin çarpması ve kan dolaşımı hızlanır. Davranışların kontrol edilmesi zorlaşır. Bu sorun ileri düzeyde olursa, insan başkalarıyla göz göze gelemez; başı titrer, adeta beyni dış dünyadan kopmuş gibi olur. Korku anında insan kalbinde bir iç endişe akıntısı hisseder. İnsan bir an önce bu durumdan kurtulmak için o ortamdan uzaklaşmak, yapmak istediğini yapmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Ayrıca endişe veya korku konuşmacının inandırıcılığı kaybetmesine yol açar. Bazı insanlarda korku duygusu çok gelişmiştir. Sık sık duyulan bu endişeler gittikçe birbirlerini beslerler ve endişe edebilme yeteneği gelişir: İnsan en küçük bir sorundan bile endişe duymaya başlar. İleri düzeyde korku ve endişe, sinir sistemi için son derece tahrip edicidir. Tüm başarılı konuşmacılar toplum önüne çıktıklarında mutlaka heyecanlanmışlardır. İstisnasız her insan korku ve endişeyi yenebilir. Ancak bunun için tüm inançlarını yeniden gözden geçirmeli ve bir dizi egzersiz yapılmalıdır. Aşağıda korkunun nedenleri tek tek açıklanmıştır. Bu nedenler varsa bunları yok etmek amacıyla bir sonraki bölümde yine bir dizi alıştırma hazırlanmıştır. Bu alıştırmaların bir kısmını yalnız başınıza gerçekleştirebilirsiniz. Ancak bunları toplum karşısında gerçekleştirirseniz daha hızlı başarırsınız. KORKUNUN NEDENLERİ Temel korku nedenleri arasında baskı dolu çocukluğu, sürekli yaşanan stres ve hastalıkları, sosyal olmayan bir iş ortamında uzun süre çalışmayı, başarısızlığa inanmayı, hafızanın zayıf kalmasını, söylenecek bir söz bulunamamasını sayabiliriz. Baskı Dolu Çocukluk Çocukluk ve gençlik döneminde aşırı aile otoritesi, baskı, şiddet, dayak gibi olaylar yaşanabilir. Normalin üzerine çıkarak belli bir süreklilikte devam ettiğinde bu durum kişinin psikolojisinde çok köklü bir içe dönüklük ve cesaretsizlik üretir. Baskı ve şiddet ortamında çocuk kendine güvenini kaybeder. Kişiliği bir yandan tepkici, diğer yandan başkalarına bağımlı gelişir. Sürekli aşağılanan çocuğun alt şuurunda başarısızlık imajı yerleşir. Bu imajı normal şarlar altında özel bir gayret göstermeksizin yok etmek mümkün değildir. eğer bir şekilde yerleşmiş olan aşırı heyecanlarınız varsa köklü değişikliklerle bunları yok etmelisiniz. Sürekli Stres ve Hastalıklar Ara sıra yaşanan, şiddetli de olsa, stres ve hastalıkların kalıcı bir olumsuz psikolojik etkisi yoktur. Hatta kısa süreli ve geçici olduklarında bunlar insanın yaşama sevincini ve heyecanını artırabilirler. Ancak stres (ve stres üreten hastalıklar) hafif de olsa uzun süreli yaşanırsa şöyle bir gelişme olur: Kan dolaşım sistemine devamlı kortizol hormonu salgılanır. Bu salgılama vücudu kısa sürede çöplüğe dönüştürür. Stres vücudu germekte ve saldırıya hazır tutmaktadır. Dolaysıyla bu kirlilik uygun yöntemlerle temizlenmediğinde aşırı baskı altında kalan sinir sistemi yorulur. Bu yorgunluğun aralıksız devam etmesi halinde insan ölüme kadar gidebilir. Vücut bu durum karşısında otomatik bir tedbir alır. Beyin ile vücut arasındaki emir-komuta zinciri zayıflatılır. Çünkü kişi öyle bir düşünce alışkanlığına sahiptir ki bu düşünce gerginlik üretmekte ve vücudu tahrip etmektedir. Bu durumda vücudu ölüme gitmekten kurtarmak için beyin bir anlamda vücudu uyuşturur, vücut gevşer ve rahatlar. Ama bu rahatlama aynı zamanda düşünce akışını da iyice tahrip eder. Bu süreçte düşünce akışı bloke olur, hatırlama iyice zayıflar, unutkanlık kendini gösterir, kişi iç sorunlarıyla iyice bunalır. Tüm bunlar yine kişinin kendine güvenini sarsar, kişiyi insanlardan uzaklaştırır. Böylece korkunun başarısızlık, kendini suçlama, aşağılama gibi bir boyutu ortaya çıkar. Ancak hastalıkların stres üretmesi insanın düşünce biçiminden kaynaklanır. İnsan eğer hastalığı kendisini olgunlaştıran bir fırsat olarak görürse, vücudu acı çekebilir, ama psikolojisi sağlam olacağından tahrip edici stresi yaşamayabilir. Antisosyal Bir İş Ortamı Bazı işler veya iş ortamları vardır ki bunlar yapıları gereği insanları toplumdan uzak tutarlar. Örneğin bilgisayarın sürekli başında oturup iş yapmak durumunda olanlar dış dünyadan büyük ölçüde koparlar. Zihinleri bilgisayar dünyasının kendilerine sunduğu sanal ortama iyice kapılmıştır. Bazı fabrika işleri belli bir tezgahın önüne hapsedebilir. Bu arada geceleri çalışıp gündüzleri uyuyan bekçilerin genellikle konumları da toplumsal olmayan (asosyal) bir yapı taşır. Buna karşın yöneticilik, pazarlamacılık, öğretmenlik ve sunuculuk gibi meslekler kişileri sosyal olmaya zorlar. İnsanlar kendilerini toplumdan uzaklaştıran işlere hapsettiklerinde beyinleri bu ortama alışır. Değişik insanlarla muhatap olabilme yetenekleri zayıflar. Kavramaları kendi iç referanslarıyla sınırlanır. Topluma açılıp insanlarla konuşmaktan sıkılırlar. Kişilikleri, içine kapanık ve bireysellik ekseninde gelişir. Dolaysıyla toplum önünde söz söylemeleri gerektiğinde büyük bir korku ve heyecan duyarlar. Ancak çeşitli hobiler geliştirerek ek sosyal faaliyetler içerisinde bulunanlar bu kötü gidişi engelleyebilirler. Başarısızlık İnancı Yukarıdaki şartların hiç birisi mevcut olmadığı halde insanlar yine de toplum önünde söz söylemekten korkabilirler. Bunun önemli bir nedeni başarısızlık imajının zihinlerine iyice yerleşmesidir. İnsanın her davranışa yüklediği anlam, alt bilincine bir emir olarak gönderilir. Bir işi başarmaya girişen insan her zaman istediği sonucu elde edemeyebilir. Bu herkes için tabiidir. Ama bazı insanlar sonucu elde edemediklerinde hemen başarısız olduklarını düşünürler ve kendilerini suçlarlar. Bu suçlamalar bir çok kez tekrarlanır. Sonuçta insan farkında olmadan kendi alt bilincine “ben başarısızım” hükmünü yerleştirmiş olur. Bu çok sınırlayıcı bir kalıptır. Çünkü insan bir kere bu inancı otomatikleştirdiğinde bu inanç onun hemen her işinde başarısız olmasına yol açar. Neye inanıyorsak beynimiz onu doğrulamak uğurunda amansız gayretler göstermeye devam edecektir. “Ben başarısızım” inancı alt bilincinde yerleşmiş olan insan “belki bu defa başarabilirim” diyerek harekete geçse de sık sık “ya başaramazsam” endişesini yaşar. Bu endişe dikkatini zayıflatır, zihnini olumsuz sonuçlara yaklaştırır. Bu muhtemel olumsuz sonuçlar dayanma ve direnme azmini azaltır. Kişi kendisini güçsüz hisseder. Bu güçsüzlük ve onun getirdiği tedirginlik kişiyi “vazgeçme” noktasına götürür. Böylece kişi gerçekten de başarısız olur. Toplum karşısında konuşabilme ise cesaret gerektiren bir başarıdır. Başarısızlık inancı cesareti kıracağından kişi toplum karşısında konuşamaz. Başarısızlık ihtimali aklına geldiğinde bile derin bir korku veya endişe yaşar. Söylenecek Bir Sözün Olmaması Toplum karşısında söz söylemeyi engelleyen son faktör kişinin söyleyecek bir sözünün olmamasıdır. Pek tabii ki ne söyleyeceğimizi bilmiyorsak konuşmaya başlayınca takılırız. Bunu bir çok defa tecrübe etmişizdir. Dolaysıyla düşüncelerimizden emin olmadığımızda konuşmaya cesaret edemeyiz. Bir insanın söyleyecek sözünün olmamasının çeşitli nedenleri olabilir ki bu, çok kapsamlı bir sorundur. En temelde bu durum kişinin iyi bir okuyucu olmamasından kaynaklanır. İnsanlar bilgilerinin % 80’ini okuma yoluyla elde ederler. Hiç okumayan insanların bilgileri çok sınırlıdır. Ayrıca bu kişiler bilgilerini birbirleriyle ilişkilendirerek yeni anlamlar ve bakış açıları da üretemezler. Ancak insanlar okuma dışında kişisel tecrübelere sahip olabilirler. Bu tecrübeler üzerinde düşünmüş olabilirler. Bu durumda bilgileri var demektir. Söyleyecek sözü olmayan insan çok az konuyla ilgilenen hatta kendisinin dışında hiç bir şeyle ilgilenmeyen insandır. Çünkü söylenen söz ancak başkalarını ilgilendirdiğinde başkalarına anlatılabilir. Başkalarıyla ilgilenmeyen ve genel sorunlar üzerinde düşünmeyen insanların beyin aktiviteleri zayıftır. Dolaysıyla böyle insanlardan söz söylemeleri istendiğinde ne söyleyecekleri konusunda endişeye kapılırlar. Bu endişe konuşma cesaretlerini kırar. Hafızanın kontrol Edilememesi Çok zayıf bir hafıza kişinin özgüvenini yitirmesinin ve konuşmaktan çekinmesinin en önemli nedenlerindendir. Çünkü konuşmacı huzura çıktığında hafızasının kendisine yardımcı olmayacağını ve ne söyleyeceğini unutabileceğini düşündüğünden konuşmaya cesaret edemez. Esasen hafızası çok zayıf olan insanlar belirgin bir hastalığın işaretini verirler. Çoğunlukla hafıza eksikliği bir hastalığın belirtisi değil zihinsel tembelliğin belirtisidir. Zihinsel tembellik konsantrasyon eksikliğinden kaynaklanır. Konsantrasyon eksikliği ise girginlikten veya stresten kaynaklanır. Dolaysıyla kişi gevşedikçe konsantrasyon yeteneği artar; bu artış hafızanın doğal çalışma ritminin sağlam işlemesine yol açar. Konuşacağı konu üzerinde yeterince zihinsel ve duygusal olarak yoğunlaşmış bir kişi mutlaka o konu üzerinde söz söyleyebilir. Ancak biz yine de ayrıntılı olmamakla birlikte hafızamızın güçlenmesini ve bize yeterince yardım etmesini sağlayan bazı teknikler üzerinde duracağız. Mükemmel bir hafızaya sahip olmak isteyenler bilmelidirler ki ısrarlı bir çalışma ile kısa sürede arzuladıkları hafızayı geliştirebileceklerini görebilirler. Korkunun Çözülmesi Şurası gerçek: Yüzlerce defa binlerce insanın huzurunda konuşmamışsanız her defasında heyecan duyarsınız. Bazen heyecanınız o kadar büyük olur ki sizi zincirlerle kürsüye çıkaramazlar. Kendinizden emin olun. Korkuyu ve heyecanı çok kolay yeneceksiniz. Eğer bunu gerçekten arzuluyorsanız şimdiden bilin: Toplum önüne çıktığınızda kalbiniz sakin, gözleriniz ışıl ışıl olacak. Çalışmalarınızı üç ana bölümde oluşturacaksınız. Unutmuyorsunuz. Korkular zihninizde yerleşmiş otomatik programların sonucudur. Ortamı oluştuğunda bu programlar bir plak gibi devreye girmektedir. Plağı bozmaz ve yerine yenisini koymazsanız eskisi çalmaya devam eder. En kötüsü de devamlı çaldığınız plaklar her defasında daha güçlü ve köklü hale gelirler. Korkularımızı üç temel alanda çalışarak yok edeceğiz. Birinci alan kelimelerle kurulu alandır. Düşüncelerin bir boyutunu kelimeler oluşturur. Korkularımız varsa bunlar kelimelerle örülmüştür. Bu bölümü “Cümle Telkin sistemi”yle çözeceğiz. Düşüncelerimizin ikinci boyutunu imajlar oluşturur. Kendinizi nasıl canlandırıyorsunuz. Korkudan titreyen bir insan olarak mı? Başı dik, yüzünde tebessüm olan bir cesaret abidesi olarak mı? “İnsan ne düşünüyorsa odur.” sözü doğrudur. Bu ifadeyi değiştirelim. İnsan kendini hayalinde en çok nasıl görüyorsa odur. Kendimiz hakkındaki imaj filmlerini değiştirmemiz gerekiyor. Bu çalışma alanını “İmaj telkin Sistemi” olarak adlandıralım. Korkuyu yenmeye çalışırken üçüncü bir boyutu “davranışı” kullanacağız. Kelime veya imajlardan oluşan tüm düşünceler, tekrar edildiklerinde eyleme dönüşürler. Eylem davranıştır, tutumdur. Beynimizdeki kalıpları asıl pekiştiren sergilediğimiz tutumdur. Çünkü düşünce tutuma dönüştüğünde tüm algılarımız devreye girer. Davranırken yaptıklarınızı duyar, görür ve onlara dokunursunuz. Bu bölümde yapacağımız çalışmaları “Tutum telkin Sistemi” kavramıyla ifade edelim. Şimdi gurur verici büyük kişiliğinizi inşa etmeye hazırsınız. bizimle gönü birliği içinde çalışmaya devam ettiğinizde heyecan verici bir hızda nasıl da değiştiğinizi göreceksiniz. Başlıyoruz: Cümle Telkini Toplum karşısında söz söylemekten korku ve endişe duymanın devamlılığını sağlayan en önemli faktör inanç sistemidir. Aldığımız her bilgi, yaşadığımız her tecrübe inanç sistemimizi etkiler ve yeniden şekillendirir. Bu bölümde bu inançların başlıcalarını aktarıyoruz. -Ben yeterince yetenekli değilim -Bu işi başaran insanlar benden çok üstün -Şimdiye kadar hep başarısız oldum -Başkaları varken bu işi yapmak bana düşmez Bu temel inançlar sizde az veya çok bulunabilir. Herkes için bunlar kesinlikle asılsız inançlardır. Ancak ne yazık ki insanların çoğunluğu bu asılsız inançları edindiklerinden hayatları hep sönük geçmeye mahkum edilmiştir. Dikkat edelim: İnançlar her zaman kendilerini doğrularlar. Neye inanıyorsak, maddi manevi tüm güçler bizi doğrulamak için çalışırlar. Şimdi yukarıdaki inançların neden doğru olmadığını anlatacağız. Lütfen bu açıklamaları tekrar tekrar okuyunuz. Bu açıklamaları ezberleseniz bile fırsat buldukça okumaya devam ediniz. Burada amaçlanan sadece öğrenmeniz değildir. Temel amaç doğru inancın alt bilincinize kilitlenmesinin sağlanmasıdır. Zira inançlarınız kendinize defalarca söylediğiniz sözlerdir. Şimdi doğru sözleri kendinize söyleyerek doğru inançları yerleştirmeniz gerekmektedir. Bu açıklamaları yeterince okur ve anlatılanları fırsat buldukça düşünmeye devam ederseniz bir ay içinde yeni inançlarınız alt şuurunuza kaydolacaktır. Daha hızlı değişmek istiyorsanız, tele-terapi kasetlerinde anlatılan sistemi her gün kullanmalısınız. Cümle telkin sistemine göre alt şuurumuzu hızla yapılandıracak yeni cümle emirleri vereceğiz. Alt şuurumuzdaki kalıplar zaten bu tür cümle emirlerinden oluşmuştu. Emirlerin güçlü bir şekilde yerleşmesi için belli özelikler taşıması gerekir. Bu özellikleri sıralayalım: 1- Derin Gevşeme: Tüm kas sistemlerinizi gevşetmelisiniz. (Ek ‘ye bakınız.) Seminer ortamında sunucunuz derin gevşemeyi size gösterecektir. Ne kadar derin gevşeyebilirseniz emirleriniz o kadar derin ve kalıcı yerleşir. 2- Cümle Yapısı: Cümle yapısı yeterince basit olmalıdır. Kısa cümleler kurmalısınız. Cümle sadece şimdiki zaman kipinde olmalıdır. Alt şuur geçmiş veya gelecek zaman kipinde söylenen sözleri, geçmiş veya gelecek zaman için dikkate alır. Geçmiş hep geçmiştir ve gelecek de hep gelecektir. Alt şuur olumsuz emirleri anlamaz veya tersinden anlar Sadece olumlu emirleri anlar. 3- Gelişme Sürekliliği: Cümle yapısı gelişmenin sürekliliğini ve tekamülü içermelidir. Her hangi bir olayın tekrarına bağlı olarak daha iyi olma durumu ifade edilmelidir. Buna göre aşağıdaki telkin cümlelerini eleştirelim: --Ben başarılı olmak isteyen bir insan olarak her gün gelişiyor, mükemmelleşmeye adım adım ve süratle ilerliyorum. (Cümle çok uzun, emir kayboluyor.) --Sigara içmiyorum. (Zaman kipi doğru, ama cümle olumsuz.) --Çok ders çalışacağım. (Gelişme bağı yok. Gelecek zaman hatası var. Asırlar geçse de alt şuur emri hep geleceğe atar.) --Her gün ve her nefeste daha çok gülümsüyorum. (Uzunluk yeterli. Şimdiki zaman doğru kullanılmış. Gelişme her güne ve her nefese bağlanmış. İşte en iyi cümle telkin biçimi budur. “Her sabah daha dinç uyanıyorum.” deyin. Telkin oluştururken yıkmak istediğiniz olumsuzluklar hakkında zorluklarla karşılaşabilirsiniz. Eskilerini nasıl kaldıracaksınız? Öfkeleniyorum--------------------- Öfkelenmiyorum. Sigara içiyorum--------------------- Sigara içmiyorum. Çözüm kelimelerin olumsuzlanarak kullanılması değildir. bunun yerine olumlu karşıt anlamlı kelimeleri seçmek zorundasınız. Öfkelenmemek istiyorsunuz----------------- Daha sakin oluyorum. Sigara içmemek istiyorsunuz---------------- Sigara içmeyi bırakıyorum. Bu bölümde önce genel başarımızı engelleyen hatalı inançları yok etmemiz gerekir. Ardından doğru inançların fikir temellerini oluşturacağız. bu fikir temellerinin alt şuurumuza kodlanması için alıştırmalar yapacağız. YIKICI İNANÇLAR Ben Yeterince Yetenekli Değilim Size de Edison veya Einstein gibi günü 24 saat olan bir ömür emanet edildi. Siz de kafatasınızın içinde bütün diğer insanlar gibi ölünceye kadar eşit sayıda milyarlarca sinir hücresinden oluşturulan harika bir beyin mekanizması taşıyorsunuz. Siz de herkes gibi sadece süt emme yeteneği gelişmiş olarak dünyaya gönderildiniz ve bunun dışındaki her şeyi dünyada öğrendiniz. Öyle büyük bir potansiyele sahipsiniz ki milyonlarca iş yapsanız bile beyin kapasitenizin hala yaklaşık binde bir-ikisini kullanıyorsunuz. Kimse sizden üstün yeteneklerle yaratılmadı. Siz de kimseden üstün yeteneklerle yaratılmadınız. Öyleyse neden bazı insanlar zirvelere tırmanıyorlar? Neden sempati, karizma, zenginlik, şöhret gibi değerler yalnızca bazı insanların elinde kalıyor? Fizikçi iseniz neden bir Einstein veya Abdüsselam değilsiniz? Edebiyatçı iseniz tarihin gerilerinde hala parlak kalan Shakeasper’in ötesine neden geçmiyorsunuz? İnsanı potansiyel üstünlüğüne kavuşturan tek vasıta “bilgi” ve bilgiye dayalı “eğitim”dir. Kendinizi incelediğinizde bilgiye dayalı olmayan hiç bir becerinizi bulamayacaksınız. Okuma-yazması olmayan Hz. Peygamber’e(asm) Kur’an’da geçen ilk emrin “oku” yani “öğren” olması şaşırtıcı gelmiyor mu? Bugün biz bilgilerimizin % 80’ini okuma yoluyla elde ediyoruz. Siz sel yığınlarında kendinizi sürükleyen bir sıradanlığa layık olamayacak kadar üstünsünüz. Hayallerinizde yaşayan “büyük size” ulaşmak sizin elinizdedir. Kimse günlük 24 saatine bir dakika ekleyemez. Ama siz bir gününüze 10 günlük işi sığdırabilirsiniz. Bu güne kadar kişisel yeteneklerinize ne kadar yatırım yaptınız? Zihninizden yükselen çeşitli itiraz sesleri duyuluyor; iddialarımızı küçümsüyor musunuz? O zaman aşağıdaki açıklamalara ne diyeceksiniz? -Bu İşi Başaran İnsanlar Benden Çok Üstün Kendinizi yanıltıyorsunuz. bir vakitler Anthony Robbins de böyle düşündüğünü söylüyor. 20 yaşlarında iken bir otelde hizmetli olarak çalışıyordu. Fakir ve eğitimsizdi. Çektiği ızdırap canına tak ettiğinde tüm hayatını kökten değiştirmeye karar verdi. Önce bir hızlı okuma kursuna gitti ve ardından birkaç yıl içinde 700 kitap okudu. Bugün aynı adam Amerika Birleşik Devletlerinin her yıl milyonlarca dolar kazanan adamı ve neredeyse tüm dünyada tanınıyor. yıllarını eğitime harcayan profesörler bile önce hafife aldıkları bu yüksek eğitimi olmayan adamdan ders almaya ve kitaplarını tavsiye etmeye başladılar. Onun hayatını sadece on yıl içinde böylesine değiştiren neydi? O sadece başarmak için yola çıktı ve kader onu başarıya ulaştırdı. Onun kavradığı gerçeği biz de kavramalıyız. Şunları bilmeliyiz. İnsanın sinir sisteminde milyarlarca nöron vardır. Nöronlardan oluşan beynimiz saniyede 30 milyar bitlik bilgi işleyebilmektedir. Herhangi bir normal beyinde oluşturulabilecek potansiyel örgü veya bağlantı sayısı 1 rakamını izleyen 10 milyon kilometre sıfırla ifade edilebiliyor. Kafamızdaki her bir nöronun bir milyon bitlik enformasyon depolama kapasitesi vardır. Bu korkunç potansiyel sağlıklı olan herkeste vardır ve biz insanlar potansiyelimizin ortalama olarak % 1’ini kullanıyoruz. Geri kalan büyük kapasite ise kullanmamız için bizi bekliyor. 200 civarındaki buluşun sahibi Edison başarının % 99’unu çalışmaya, %1’ini de zekaya bağlamaktadır. Bu zekanın önemsiz olduğu anlamına gelmez. bunun anlamı zekanın tek gelişme yolunun çalışma olduğunu gösterir. Evet sonuçta bu işi başaranlar sizden üstündür. Ama bu üstünlükleri sizden üstün doğmalarından kaynaklanmaz. Sadece çalışarak üstün hale gelmişlerdir. Tarihe üstün olarak geçen herkes sadece ve yalnızca amansızca çalışarak üstünleşmişler; yani kullandıkları beyin kapasitelerini arttırmışlardır. Diğerlerinden hiç farkınız olmadığı halde kendinizi üstün olmamaya mahkum ederseniz oluşturduğunuz bu inanç kalıbı tüm hayatınız boyunca sizin üstün olmanızı engelleyecektir. -Şimdiye Kadar Hep Başarısız Oldum Edison da elektriği bulmak için yıllarca beklemek ve binlerce deney yapmak zorunda kalmıştı. Bir ABD başkanı sonunda başkan olabilmek için yıllarca bir çok seçime girmek ve kaybetmek zorunda kalmıştı. Hayat her zaman sabırla hedefleri üzerinde durmaya devam edenleri hedefe ulaştırmıştır. Dağarcığınızdan “başarısızlık” kelimesini kaldırmak zorundasınız. Böyle bir olgu yoktur; teşebbüse devam eden insan için başarısızlık yoktur. Sadece her defasında başarıya bir adım daha yaklaşmak vardır. Başarısızlık denilen her şey sizi başarıya götürmeyen bir yolun keşfidir. Her başarısızlık zannedilen olay bizin için paha biçilmez derslerle doludur. Eğer yaptıklarınızın sonucunu kontrol etmemişseniz “başarısızlığınıza” hükmedecek ve çalışmaktan vazgeçeceksiniz. Elinizde bir pusula yoksa tek başarı yolunuz deneme-yanılmadır. Oysa şimdi elinizde başarıya ulaşanların oluşturduğu pusulalar vardır. “Başarısızlık” kelimenizi kaldırmakla kalmamalı ve bu kelimeye yüklediğiniz tecrübelerinizin anlamlarını da “başarıya bir adım daya yaklaştım” şeklinde değiştirmelisiniz. Bu değişikliği yaptığınızda aslında gerçeğin ta kendisinin de bu olduğunu göreceksiniz. Eğer bu kelimeyi unutamıyorsanız, mutlaka kullanacaksanız, başarısızlığı doğru tanımlayın. Gerçekte tek başarısızlık vardır: Çalışmaktan, denemekten, teşebbüsten vazgeçmek... Başkaları Varken Bu İşi Yapmak Bana Düşmez Herkes böyle düşünseydi şimdi geceleri karanlıkta kalıyor olacaktık. Hepimizin hayatını değiştiren insanlar böyle düşünmüyorlardı. Bu iş öncelikle birinci derecede bana düşer diyen insanlar o işi yapan insanlardır. Farklılaşan insanlar derhal sorumluluk üstlenen insanlardır. Kullandığınız her şey başkalarının ürettiği şeyler midir? Neden siz de üretmeyesiniz? Bu işin sorumluluğu benim omuzlarımda dediğinizde birden o işin önderi konumuna getirildiğinizi göreceksiniz. Bu konulmuş bir kanundur. Sizin yaptığınız işi başkalarının da yapmasının size zararı yoktur. Siz de yaparsanız o iş daha mükemmele ulaşır. Kaldı ki eğer duygularınızı kuvvetli kullanıyor ve daha çok çalışıyorsanız, o işi yapan başkalarının da lideri konumuna yükselirsiniz. Dünyada iki tip insan vardır: Yöneten ve yönetilenler; güdenler ve güdülenler; düşünce üretenler ve üretilen düşünceyi taklit edenler... Birinci sınıfta yer alanlar tüm insanlığın ’undan azdır. siz sadece bir inanç ve bakış açısı değişikliği ile ilk guruba dahil olabilirsiniz. Eğer hala “ben yapamam” diyorsanız, o zaman bilmelisiniz ki yapmak istemiyorsunuz. Yani “ben yapmak istemiyorum” demek istiyorsunuz. Yapabileceğini bildiği halde yapmak istemeyen insan için ise yapılabilecek hiç bir şey yoktur. Yaratıcımız ne yapabileceklerini bilen insanların tercihlerine müdahale etme hakkını ve gücünü kimseye vermemiştir. ALIŞTIRMA: KORKU - CÜMLE TELKİN 1. Aşağıdaki telkin cümlelerini okuduktan sonra takip eden açıklamaları inceleyin. Önce telkin cümlelerinin inanç temellerini yerleştirmeliyiz. a) Her gün Büyük Yeteneklerim Sürekli Gelişiyor. Bu sözü milyonlarca defa kendinize söyleyeceksiniz. Lütfen önce bir kaç saatinizi kendinize ayırın. Tüm geçmişinize bakın. Bu güne kadar başardığınız küçük büyük ne varsa, edindiğiniz küçücük bir tecrübe bile olsa not defterinize kaydediniz. Göreceksiniz ki küçümsediğiniz siz, çok büyük işleri zaten başardınız. Köyde hiç bir kültürel ve tecrübi birikimi olmayan bir çobana göre çok farklı birikimleriniz var. Bunları tekrar tekrar düşünerek ne kadar yetenek potansiyeliniz olduğunu kendinize söyleyeceksiniz. b) Her gün Daha Üstün Olmaya Devam ediyorum Bu inancı da milyonlarca defa tekrar edeceksiniz. Unutmayın zaten her gün binlerce defa kendiniz hakkında kendinize bir şeyler söylüyorsunuz. Geçmişteki tecrübelerinizi hep yüklediğiniz anlamlarla sık sık kendinize söylediniz. Şimdi o tecrübelerin anlamını değiştiriyorsunuz ve yine kendinize söylüyorsunuz. Başaran insanların geçmişlerini düşünün. Bir Marslı gibi, başka bir yaratık gibi dünyaya gelmediler. Onlar da sizin gibi önce, okuma-yazma bilmiyorlardı. Onlar da annelerinin kucağında büyüdüler. Hatta biz bir anne kucağından yoksun idiyseniz daha üstün olma fırsatına sahip olduk demektir. Daha büyük asker daha zor şartlara rağmen zafere kavuşan askerdir. Başarılı olduklarını bildiğiniz insanlara göre daha çok fakirlik, hastalık veya acı çekmişseniz ruhunuz daha dolu ve heyecanlı demektir. Tüm bunlar diğerlerinden daha da üstün olabilmeniz konusunda sizi daha yukarılara itecektir. Bu yeni iç konuşmanın duygularınızda yol açtığı değişikliği hemen görmelisiniz. c) Her gün Daha Başarılı Olmaya Devam Ediyorum. Lütfen geçmişinize bakınız. 10 yıl önceki siz ile 5 yıl önceki ve bugünkü sizi karşılaştırın. Bu karşılaştırma biçimi bir alışkanlık olarak yerleşmelidir. Her zaman dikkat etmeniz gereken, azıcık da olsa üstünleştiğiniz noktalar olmalıdır. Çoğu insanın düştüğü korkunç hataya düşmeyin. Kendinizi çok imkanı olan başkalarıyla değil; bugün düne göre daha çok imkanı olan kendinizle karşılaştıracaksınız. Siz size göre üstünleşiyorsunuz. Nerelerde ne kadar? Üstün noktalarınızı görmek için kendinizden aşağıda olanlara bakabilirsiniz ama asla kendinizden üstün olanlara bakarak kendinizde üstün noktalar aramayın. Aksi taktirde ilerleme sürecini gerileme sürecine dönüştürürsünüz. Kendinizden üstün olanlara sadece nerelere çıkmak istediğinizi düşündüğünüzde bakmalısınız. Bu bakış sizi yukarıya çekecektir. Bu ilerleyişinizi milyonlarca defa görmelisiniz. Unutmayın, beynimiz dışarıdaki gerçeğimizi hayalimizde kurguladığımız gerçeğimizden ayıramaz. Yani yetim bir bebeği görmek sizi üzdüğü kadar, yetim bir çocuğu hayal etmek de sizi üzer. Dışarıdaki gerçeği biz kontrol edemeyiz ama hayalimizdeki gerçekle istediğimiz gibi oynayabiliriz, onu hemen değiştirebiliriz. Hemen değişmek istediğimize göre ilk yapmamız gereken hayalimizi değiştirmektir. d) Önüme Çıkan Her İşi Hemen Yapıyorum. Karşınızda çözülmesi gereken bir problem mi var? Hemen harekete geçiyorsunuz. Problem yoksa aramalısınız. Çünkü özellikle bu çağda problemsiz hiçbir köşe bulamayız. Üstlenebileceğimiz bir çok görev vardır. Biz görevi arayarak üstlenmesek bile çoğu zaman görev bir fırsat olarak bize sunulur. Çoğu insan bu tür fırsatları angarya görerek reddeder. Bilmeliyiz ki yaptığımız her işin hemen parasal bir karşılığı olmak zorunda değildir. En önemli karşılık edineceğiniz paha biçilmez tecrübedir. Önce gereken mükemmellikte işi gerçekleştiremeseniz de bilmesiniz ki hiç kimse bir işi ilk yaptığında kusursuz olmamıştır. Yolda yürüyen bir görme özürlüyü kolundan tutup yardım etmek mi gerekiyor? Bir milletvekilinin bir konuda uyarılması mı gerekiyor? Yetim bir çocuğun başının okşanması mı gerekiyor? Ailenizin geçiminin sağlanması mı gerekiyor? Daha neler bulacaksınız. Neden siz değil de bir başkası yapsın bunları? Başkası da yalnız başına eksik yapmaya mahkum üstelik... Sizi sadece bu tutumunuz ve bu tutuma bağlı olarak sürdürdüğünüz tekrarlarınız geliştirir. Hiç bir iş angarya değildir. Ücretsiz çıraklık yapsanız bile edindiğiniz tecrübe bir gün paha biçilmez olacak ve eğer ücret arıyorsanız yılların emek birikimini bir gecede alabilecek hale gelebildiğinizi göreceksiniz. Burada tabii ki her işi hemen yapmaya kalkın demiyoruz. “Arzuladığınız size” destek olabilecek, o kişi olabilmek için gerekli yeteneklerinizin gelişmesine destek olacak her iş fırsatına sahip çıkın diyoruz. 2. Aşağıdaki Telkinleri derin gevşemeyi takiben uyguluyorsunuz. Her bir telkini 10’ar defa zihninizden tekrar edin. --Her gün dostlarımı daha çok seviyorum. Her gün kendime güvenim ve cesaretim artıyor. Her gün sahnede daha yüksek güvenle konuşuyorum. 3. Aşağıdaki telkin cümlelerini seminer ortamında (veya arkadaşlarınızla birlikte başka bir ortamda) yüksek sesle söyleyiniz. Önce hep birlikte, ardından tek tek. --Kendime güvenim artıyor. --Cesaretim artıyor. --Yaratıcımın verdiği gücü hissediyorum. --Tüm engelleri aşıyorum. --Hızla güçleniyorum. --Hepinizi çok seviyorum. İmaj-Telkini Telkinlerin çok büyük boyutunu zihnimizde yaşadığımız imajlar (visualization) oluşturur. İmajların etkisi kelimelerden bazan yüzlerce kat fazladır. Zihninizde kendinizi görüyorsunuz. Ulaşmak istediğiniz ideal “siz” i tanımlıyorsunuz. o kişiyi inşa edeceksiniz. Geleceğinizi kuracaksınız. hayalinizde hangi filmlerin kahramanısınız. kendinize ne tür roller biçiyorsunuz. İnsanlar yaşadıklarını önce zihinlerinde prova etmişlerdir. gelecekte yaşayacak olan nasıl bir “siz”in provasını yapıyorsunuz? İmaj-Telkin sisteminde korkularını yenen bir “siz” in provasını yapacaksınız. Gelecekteki size hayalinizde dokunacaksınız. Sizi göreceksiniz. Sizin kokunuzu hissedeceksiniz. Sizi işiteceksiniz. Bu tekniği sadece korku ve heyecanı yenmekte kullanmak zorunda değilsiniz. Geliştirmek istediğiniz tüm yeteneklerinizde bu çalışma size yardımcı olacaktır. ALIŞTIRMA: KORKU - İMAJ - TELKİN 1. Toplum Önündesiniz: Gözlerinizi kapatacaksınız. (Şu anda nasıl yapıldığını okumak için tabii ki gözleriniz açık) Kendinizi sahnede hayal ediyorsunuz. Karşınızda binlerce insan var. Sizi heyecanla alkışlıyorlar. Onları görün. Işıklar üzerinizde odaklı. Fotoğraf flaşları üzerinizde patlıyor. Size dönen kameraları, resminizi çeken kameraları görün. Tüm salonu, kocaman salonu görün. Kürsüde kendinizi görün. Ortamınızdaki tüm sesleri duyun. Alkışları, ıslıkları, flaş patlamalarını, elinizdeki mikrofonu.... “Sağ olun. sağ olun” diyorsunuz. Sesinizin yankısını duyun. “Huzurunuzda olmaktan mutluyum. Sizi seviyorum” deyin. Sesiniz dalgalanıyor, duyuyorsunuz. Ortam sıcak. Sıcaklığı hissedin. Kalbinize dikkat edin. Çok sakinsiniz. Elinizde mikrofon var. Onu ağzınıza yakın tutuyorsunuz ve hissediyorsunuz. Kalbiniz sakin. Mutlusunuz. Heyecanla konuşmaya başlıyorsunuz. sizi alkışlıyorlar. Onları görüyorsunuz. Protokol sıralarına bakın. Orada devlet başkanları ve milletvekilleri oturmuş, sizi seyrediyorlar. Onlara hükmeder gibi konuşuyorsunuz. Başınız dim dik. mutlusunuz, cesursunuz, gülümsüyorsunuz.” (Bu bölümde size anlatılan görsel canlandırma müzik eşliğinde seminer sunucunuz tarafından uygulanacaktır.) 2. kendinizi Bil Clinton ile tartışırken hayal edin. 3. Televizyonda bir açık oturumda konuştuğunuzu hayal edin. tüm ayrıntıları yaşayın. 4. Meclis kürsüsünde milletvekillerine konuşuyorsunuz. Davranış-Telkini Sergilediğimiz tüm davranışlarımız zamanla kişiliğimizin bir parçası olurlar. Otomatikleşirler. Eğer davranışlarımızı değiştirirsek onlara bağladığımız duygularımızı da değiştirmiş olacağız. Duygular ve davranışlar her zaman yan yana gelirler. Korkmuş gibi davranırsanız korkarsınız; korkarsanız, korkmuş gibi davranırsınız. Ya korkmamış gibi davranırsanız ne olur? Korkuyor olsanız da süratle korkunuzun yok olduğunu görürsünüz. Duygularınızı boş verin ve korktuğunuz her şeyin üzerine korkmuyor gibi davranarak gidin. Şimdi korku duygusunun yaptırmak istemediği bir kısım davranışları zayıftan şiddetliye doğru arttırarak yapacağız. Yıktığımız davranış kalıplarıyla aslında o kalıpları oluşturan korkularımızı yıkacağız. Ancak bu çalışmaları bilhassa topluluk ortamlarında yapmaya özen göstermeliyiz. ALIŞTIRMA: KORKU - DAVRANIŞ-TELKİN 1. Önce ayağa kalkıp güzel konuşma seminerini tercih ettiğiniz için gurup olarak kendinizi alkışlayınız. Ayağa kalkarak isim, soyad ve görevinizi söyleyiniz. Her arkadaşınızı alkışlayınız. 2. Dörder kişilik guruplar oluşturarak ön sırada ayakta durunuz. (1 er dakika) Semineri hangi yolla öğrendiniz, katılma amacınız nedir? Herkes hocaya kısa bir soru sorar. (her konuşmada alkışlar-bağırmalar- yüksek sesle bravo bağırışları) 3 . Tek tek yüksek bir zemin üzerine çıkınız. Aşağıdaki cümleleri bağırarak söyleyiniz ve oturunuz.(alkışlar) “Ben cesaretliyim. Kendime güveniyorum. Herkes gibi yetenekliyim. Başaracağım. Bana inanın arkadaşlar.” 4 . Gazete kağıdından sopa yapınız. Ayağa kalkınız, aşağıdaki cümleleri kuvvetle söyleyerek sopayı tekrar tekrar masaya vurunuz. “İçimdeki engelleri yok ediyorum. Ben başarısızlık tanımıyorum. Çok güçlüyüm.” 5 . İkişerli guruplar halinde aşağıdaki konuya sert dille (oturarak ve ayakta olarak) tartışırlar: “Işık topraktan daha önemlidir.” “Toprak ışıktan daha önemlidir” “Bilgi sayesinde zeka artar.” “Zeka sayesinde bilgi artar.” 6 . Önce herkes oturduğu yerde sesini yükselterek gülme ve bağırma çalışması yapar. Ardından dörderli guruplar halinde ve son olarak teker teker topluluk önüne çıkarak bu çalışmayı yapar. Gülerken: Şuna bakın hahhahhaaa, hihhihhi, şuna bakın hohhohhoo, hehhehhee Bağırırken: Defol yanımdan. Defol. Gözüm görmesin seni, defol... 7 . Yürüyüş çalışmaları: Omuzlar dik, ileriye bakarak sert ve düzgün adımla yürüyüş Önce bir, sonra iki el havada, ardından eller havada çırpılarak ve guruba bakarak yürüyüş. Tüm vücudu hareket ettirerek, sağa sola sarkarak ve guruba bakarak yürüyüş Eller arkada (dil çıkararak bunu yapmayı çok zor buluyorsanız oluşturabileceğiniz en gülünç yüz ifadesiyle) guruba bakarak yürüyüş 8 . Şarkı Söyleme: Gurup ortamında hem gurup halinde hem de bireysel olarak belli şarkılar, mırıldanarak, yüksek sesle, oturarak, gurup halinde ve tek tek ayağa kalkılarak söylenecek. (seminer sunucusu gerekli parçaları, söz çözümleriyle birlikte öğrencilere sunacaktır) Hafıza Faktörü Hafızamızı etkileyebilmek için üzerinde durabileceğimiz dört teme alan vardır. Bu alanlara hakimiyet derecemiz hafıza gücümüzü belirler. kitabımızın temel konusu “hafıza eğitimi” olmadığından burada konu hakkında detaylı bilgi verilmeyecektir. İşte önemli faktörler: 1. Biyolojik-Psikolojik Sağlamlık: Vücudumuzu genel yönetim biçimimizle ilgilidir. Vücudumuzun bio-kimyasal denge durumu hafızamızı ciddi şekilde etkiler. bu arada ruhumuzu yönetme biçimimiz de ciddi şekilde hafızamızı etkiler. Konuya ilişkin daha ayrıntılı bilgi için kitabınızın ikinci bölümünde yer alan “Mutluluk Geliştirme Yaklaşımı” altında yapılan açıklamaları okuyunuz. 2. Gevşeme Düzeyi: en büyük hafıza düşmanı gerginliktir. Gerginliğin ürettiği stres düşünce akışını engeller, yavaşlatır. Gerginlik arttıkça konsantrasyon azalır. Konsantrasyon azaldıkça da hafıza tahrip olur. Seminerimizde size öğretilen derin gevşeme egzersizlerini her gün bir defa (30 dakika) uyguladığınız taktirde 20 gün içersinde fark edilir bir değişim gözlemleyeceksiniz. (Bkz Ek: de yer alan açıklamalar) Hafızayı güçlendirmenin en kolay yolunun derin gevşeme olduğunu söyleyebiliriz. 3. İnanç Biçimi: hafızanızın kötü olduğuna inanıyor musunuz? Cevabınız “evet”se, emin olun hafızanız kötüdür. Çünkü süper bir hafıza temeline sahip olsanız da, eğer olmadığına inanmışsanız sadık dostunuz olan alt şuur tüm çabasını sarf ederek hafızanızı tıpkı inandığınız hale getirir. Deli olmak istiyorsanız bunun çok kolay bir yolu vardır. Her gün kendinize deli olduğunuzu söyleyiniz. Hafızamızın kötü olduğuna ilişkin inancı nasıl geliştiririz? Gergin ve sıkıntılı yaşadığımız günlerde beynimizin düşünce akışı yavaşlar. O zamanlarda kötü hafıza dikkatimizi çeker. Gizliden gizliye endişe etmeye ve hafızamızın kötü olduğunu kendimize söylemeye başlarız. Sonra sevdiğimiz zarar verici arkadaşlarımız bize bizi güçsüzleştiren telkinler iletirler: “Nasıl unutursun, yaşlanıyorsun galiba. sen de mi unutkan oldun? Sakın bunu da unutma ha!” Bu sözleri duya duya büsbütün unutkanlığa şartlanırız. Bu tür sözler tekrar edildiklerinde önce şüphe oluştururlar. Sonra kanaata dönüşürler. ardından inanç olurlar. Sonunda iyice güçlenirler; iman derecesinde güçlü olurlar. Onları söküp atmak vücuttan damarları söküp atmak kadar zor oluverir. Varsa -bilinçli veya bilinçsiz yerleşmiş olabilir- böyle bir inancı derhal yıkmalısınız. Hafıza zayıflamasının nedenlerini öğreniniz. Hafızanızın yerinde olduğunu ve gelişmeye devam ettiğini düşünürseniz, süreci tersine dönüştürürsünüz. Önce eski inancınızdan şüphelenirsiniz. Ardından bu şüphe kanaata dönüşür. güçlü bir hafızaya sahip olduğunuza inandınız mı emin olun beyniniz bu inancınızı doğrulamak için tüm gücüyle çalışacaktır. 4.Hafıza Teknikleri Bu güne kadar hafıza üzerinde pek çok bilimsel araştırma yapılmış; özellikle Batı’lı araştırmacılar orijinal hafıza teknikleri geliştirmişlerdir. Esasen bu hafıza teknikleri insanlık tarihi kadar eskidir. zira tarihte süper hafızalı insanlar yaşamıştır. Ama herkesin kolaylıkla kullanabileceği sisteme yeni kavuştuğumuzu söyleyebiliriz. Bu teknikler üzerinde yeterince çalışarak sizler de birer hafıza ustası olursunuz. Dünyaca tanınmış hafıza öğreticilerinden birinin Dominic O’brain, diğerinin Tony Buzan olduğunu biliyoruz. Türkiye’den kendisi de mükemmel bir hafızaya sahip olan Melik Safi Duyar bilinen hafıza tekniklerini Türkiye halkının hizmetine sunarak çok değerli bir hizmete imzasını atmıştır. Bu isimler dışında inanılmaz hafızalarıyla şaşırtıcı gösteriler yapan pek çok isim bulunmakla birlikte, bu üç ismin imzasıyla yayınlanan eserler hafıza teknikleri konusunda yeterince bilgilenmemizi sağlayacaktır. Bir gerçeğin altı çizilmelidir. derin gevşemeyi bilmeyen kişi için diğer iki faktörün büyük etkinliği kalmaz. Derin gevşemeyi başardığınızda ise beyninizin doğal çalışma biçimi normal hayatta hafıza tekniklerine fazla bir ihtiyaç bırakmaz. Bu kitapta hafıza üzerinde ayrıntılı bilgi vermiyoruz. Ancak konuya ilişkin kitapların bazılarını kitabınızın Ek ‘inde bulabilirsiniz. Konuşma sırasında karılaşacağınız hatırlama sorununu çözmek için konunuzu çalışın ve gerginliği yok edin. Hafızanızın sizi yalnız ve yardımsız bırakmayacağını göreceksiniz. Burada size sadece bir kaç alıştırma verilecektir. ALIŞTIRMA: KORKU-HAFIZA 1. Derin Gevşeme ve Telkin Kitabınızın Ek’ de anlatılan derin gevşemeyi yaptıktan sonra aşağıdaki telkinleri, telkin bölümünde tekrar ediniz. -Her gün hafızam gelişiyor. -Her gün daha iyi hatırlıyorum. 2. Duyusal Canlandırma Yapınız Duyularınızı kullanarak zihninizde canlandırma yapınız. Duyusal canlandırma yeteneğinizi bol alıştırmalarla geliştirdikçe bilgilerin daha güçlü olarak hafızanızda yerleşmeye başladığını göreceksiniz. Aşağıda örnekleri verilen bu tür egzersizler iç görü yeteneğinizi artıracaktır. Söz söylemeye kalkmadan önce yapacağınız çalışmada ise böyle bir canlandırma ile hafızanızdaki bilgileri iyice pekiştirmiş olacaksınız. Görsel Canlandırma Kaybettiği yavrusunu arayan bir annenin görüntüsü, Güneş doğarken ve batarken oluşturduğu görüntünün renk özellikleri, akan suda yansıyan ışığın görüntüsü, bir fırtına görüntüsü, lisede iken sizin görüntünüz, çiçeklerin görüntüleri, böcekler, arabalar.... İşitsel Canlandırma Gök gürültüsü, hayvanların sesleri, rüzgar, sinek vızıltısı, uçak sesi, öfkeyle bağırma, ağlama, gülme sesleri ... Dokunsal Canlandırma Tokat attığınızda eliniz ne duyar, ateşte yansa parmağınız ne hisseder, demiri sıksanız, elinizi kesseniz, yumuşak yatağa uzansanız, çocuğu öpseniz... ne duyarsınız. Eski Bilgilerinizi Tarayınız İlk okul, ortaokul, lise döneminde okulda öğretmenleriniz kimlerdi, hangi dersleri aldınız, okulunuzun nasıl bir çevresi vardı, hangi önemli hatıralarınız var? Oturun ve kendinize bunları hatırlama talimatı vererek bekleyin.
Miksaj aşaması prodüksiyonun çok önemli bir aşamasıdır ve bir eseri yaratmadaki gerekli yaratıcılık bu aşamada da gereklidir. Eğitimli bir kulak, teknik bilgi ve tecrübe Miksaj işleminin sacayağıdır. Malesef bu aşama Türkiye'deki müzik prodüksiyonlarındaki en zayıf halkadır ve dünya çapında prodüksiyonların çıkamamasının en önemli sebebidir. Genel problemler, miksaj için çok küçük ve akustik iyileştirilmesi yapılmamış odaların kullanılması, monitörlerin yanlış konumlandırılması ve bilgi eksikliğidir. Miksajı yapılacak parçanın düzenlemesi çok önemlidir, iyi bir düzenlemeci, zaten çok fazla frekans çakışmasına sebebiyet vermeyecek aralıktaki enstrümanları bir arada kullanır, ancak yine de bu enstrümanların "stereo field (stereo alan)" denilen, yatay (panning ile sağlanır, basit olarak sesin stereo hoparlörlerin sağından veya solundan duyulması şeklinde algılanır), dikey (frekanslar dağılımı bastan tize dikey bir şekilde algılanır, eq işlemi ile ayarlaması yapılır) ve derinlik boyutundan oluşan (genelde reverb efekti ile sağlanır, ses kaynağının hoparlörlerin arkasından veya önünden, hatta dinleyicinin arkasından duyumu şeklindedir) 3 boyutlu uzaya doğru şekilde yerleştirilmesi gerekir. Birkaç basit öneri şöyle sıralanabilir: - Hi-fi monitor kullanmayın, size frekansları doğru bir şekilde iletmeyeceklerdir. Bu iş için yapılmış stüdyo monitörleri kullanın. - Miksaj yaptığınız odanın akustiğini iyileştirin. Kabaca bir öneri, eğer monitörleriniz duvara yakınsa, duvarı tamamen emici, monitörlerinizin baktığı karşı duvarı da olabildiğince dağıtıcı hale getirin. Dağıtıcı yapmanın en basit yolu bir CD rafı veya içi kitap dolu bir kitaplığı oraya yerleştirmektir. - Miksajı yapan kişinin parçayı ilk defa duyan birisinin olması her zaman iyidir. Bestecinin veya düzenlemecinin, hatta kayıt yapan kişinin miksajla uğraşması, miksaja objektif yaklaşamamasına yol açar. düzenlemeci çok sevdiği bir partisyonu iptal etmekte zorlanabilir, kayıt yapan kişi çok güzel kaydettiğini düşündüğü çellonun gerekli olsa da bas frekanslarını iptal edemeyebilir, düzenleme ve kayıtla çok uğraşmış oldukları için, ve aynı zamanda parçayı onlarca defa dinlemiş olduklarından genel manzarayı görmekte oldukça zorlanabilirler. - Miksaja kabaca ses ve panning dengelerini yaparak başlayın. Sonra frekans çakışmalarını tek tek çözmeye çalışın. Davul'un kick'i ile bas gitarın birlikte iyi duyulması için çalışmakla başlayabilirsiniz. Parçanız vokalli ise, vokali "mute" ederek en sona bırakmayın, "mute" u kaldırdığınızda miksaja sıfırdan başlamak zorunda kalabilirsiniz. - Günün sonunda başlamayın, kulağınızın en yorgun zamanları akşam vakitleridir. Duyumunuzda problemler olabilir. - Yaptığınız müziğin sesini açıp içeri odalardan dinleyip ses dengelerinin hala dengeli olup olmadığını kontrol edin. - Çok düşük ses seviyesinde dinleyip, dengeleri bir daha kontrol edin. Unutmayın ki yüksek ses seviyelerinde bas sesler olduklarından daha fazla duyulur.
Yazılım dünyasını takip etmek artık neredeyse imkansız hale geldi ama elinizin altında bulunması gereken bazı temel yazılımlardan da bahsetmemiz gerekir. İşletim sistemi olarak en azından windows 7 öneririz. Donanımınız için son sürücü (driver) güncellemelerini mutlaka yapmış olun.
Güzel ve etkili konuşmada önemli bir konu sesin mükemmel çıkışıdır. Sesin mükemmel çıkışı ses çıkışı ile nefesin kullanımı arasında başarılı bir uyum oluşturulmasını gerektirir. Düzgün sesin dört temel özelliği vardır. Bunlar sesin “işitilme düzeyi -yükseklik”, “sesin hız düzeyi”, “hoşa gitme/tını düzeyi”, “değişirlik/bükümlülük" düzeyinden oluşmaktadır. Aşağıda bu özellikleri öğrenelim ve geliştirmeye çalışalım. İşitilebilme - Yükseklik Bazı insanların sesleri bir metre mesafeden bile güçlükle duyulabilmektedir. Böyle bir sesle yapılan konuşmanın anlaşılabilmesi son derece güçtür ve dinleyiciler dinlerken psikolojik gerginlik içerisine girerler. Ses dinleyiciler tarafından işitilebilecek kadar yüksek olmalıdır. Normal ses kalabalık kitlenin en uzağına ulaştırılacak kadar yüksek çıkmalıdır. Ancak yüksek ses bağırmaya dönüşmemelidir. Bu anlamda eğer mikrofon kullanmıyorsanız özellikle konuşma yaptığınız topluluğun büyüklüğüne dikkat etmelisiniz. Hemen yanınızdaki bir arkadaşınıza 20 metre uzaktaki insana konuşur gibi konuşursanız sesin yüksekliğini hatalı kullanmış olursunuz. Sesin yüksekliği salonun büyüklüğüne göre ayarlanmalıdır. Ancak sesi yükseltirken “bağırma” tonu oluşturmamak çok önemlidir. Dikkat edin: Kaç kişilik bir guruba konuşuyorsunuz? Salonunuz ne kadar geniş? Ortamda gürültü var mı? Sesiniz 20 metreden rahat duyulabiliyor mu? Yoksa mırıltı gibi mi çıkıyor? sesiniz yükselince bağırmaya dönüşüyor mu? Uygun ses yüksekliği dinleyici kitlesini tamamen ve rahatlıkla kuşatan sestir. Aşağıdaki alıştırmalar sesimizi kontrollü olarak yükseltebilmek için hazırlanmıştır. Ses yüksekliğimizi kontrol edebildiğimiz taktirde dinleyicilerimizi de kontrol edebileceğiz...
Reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığı bir noktada, istenilen yani ulaşılmak istenilen son noktayla ilgilidir. İstenilen, insanların ismi, ürünü, markayı öyle ya da böyle bilmesi ise, evet burada reklamın iyisi kötüsü olmaz, bu yolda işlenebilecek her tür konu mubahtır. Ama bir de, insan ister istemez şunu düşünüyor tabi, ismin bilinmesi ne kazandırır ki? Bu şuna benzemekte; bir kişi, çeşitli küçük kazançlar elde etmek için, nasıl olduğu önemli olmayan bir şekilde, bir olayla, reklamla gündeme gelir ve toplum tarafından ismi, cismi bilinir. Gündeme geldiği olay, eğer çok garip, tuhaf, kötü bir olaysa toplum bu kişiyi merak etmeye başlar. Ama toplumun bu merakının beğeni, özenti, sevgi, saygı v.b. kavramlarla bir alakası yoktur. Toplum, genelde bu tip kişilerin, nasıl olup ta bu halde olabildiklerini merak etmeye başlar. Konu olan reklam veya olaydaki normal davranışların veya olayların olamayışlarının nedenlerini aramak, anlamak ister. Bu aslında çok güçlü bir merak güdüsüdür. Toplumun bu merakını bilen ve reyting elde etmek isteyen çeşitli reality Şov’lar da bu tip insanları hemen bulur ve konuk eder. Konu tuhaf davranışlarıysa, reality Şov’lar bu tuhaflıkları yeniden yaptırmak ve toplumun ilgisini çekmek ister. Konu her neyse, topluma onu moda mod yaşatmak ister. Toplum da bunları algılayabilmek için izler, okur ve dinler. Ama toplumun şöyle bir özelliği de vardır. İlgili olayı anlayabildiği ve düşüncelerinde onu, yerine oturtabildiği an, unutur ve hiçbir şekilde ilgilenmez. Hatta bu yüzden bazı Reality Şov’lar, bu tip kişilere başka tuhaflıklar, gariplikler yaptırarak, toplumun aynı merakını tetiklemek ve eski reytinglerine kavuşmak ister. Bu durum firmaların, ürün ve hizmet reklamları için de geçerlidir. Toplum bir şekilde reklamın etkisi altında kalır. Ürünü merak eder, inceler, onunla ilgili bilgi alır ama bunlar, satın alma davranışlarını göstermeye yönelik değillerdir. Onların bu ilgisi, tamamen meraktır. Belki merakın yoğunluğu, bazı kişilerin satın alma davranışlarını göstermesini sağlayabilir. Ama bu bir defaya yöneliktir. Merak giderilir bir şekilde, ürünü alarak veya bilgi edinerek. Peki ya sonra? Firma, ne kadar kötü, garip, tuhaf bir reklam yaparsa yapsın aynı merakı yakalayabilir mi? Çünkü artık toplum neyin ne olduğunu bilmektedir. Kötü reklam, çok kötü hissettirir ve unutulmaz, tuhaftır merak uyandırır, farklıdır ilgi çeker, yenidir bilme istemini uyandırır. Ama bunlar tatmin edildikten sonra, firmanın diğer kötü reklamları işe yaramaz. Yani aynı etkileri uyandırmaz. Bunun için reklamın iyisi kötüsü olur. Reklam iyi olmak, faydacı, güvenilir, işlevsel, teknolojik olmak zorundadır. Günümüzdeki topluma hitap etmeli ve onların kabul sınırlarında yaşamayı becerebilmek zorundadır. Hitap ettiği kitlesine yaşattığı rahatlık, kolaylık v.s. diğer kitleler arasında fark yaratmalıdır ki, kitlesi sürekli artış göstersin veya satın almaya devam etsin.
Eser, yaratıldığı andan itibaren yaratıcısına aittir, bu yüzden eserin size ait olması için bir belgeye ihtiyacınız yoktur. Ancak, eseri sizin yaratmış olduğunuzu kanıtlayabilmeniz için bir takım belgeleri edinmeniz, ilerde doğabilecek problemleri ortadan kaldırmanızı sağlar. Bunun şu an için Türkiye'deki tek resmi yolu Noter'e eserinizin ismini, notalarını ve sözlerini yazılı olarak tasdik ettirmektir. Şu an için maalesef yurtdışındaki gibi eseri bir ses ortamında kayıtlı olarak teslim edip işlem yaptırabileceğiniz bir kurum yoktur. Ancak CD'ye, kasete veya benzeri bir ses kayıt ortamına kaydetmiş olduğunuz eserinizi kendi adresinize iadeli taahütlü olarak yollama, veya notere "Düzenleme şeklinde emanet verme teslim zaptı" tutturarak emanet olarak verme gibi yöntemlerle eserinizin belirli bir tarihte sizin elinizde kaydı bulunduğunu ispat edebilirsiniz. Aktif olarak müzik yapıyorsanız, ya da en azından eserlerinizin miktarı "birkaç tane"den daha fazlaysa hiç düşünmeden Mesam veya MSG gibi bir meslek birliğine üye olmanızı ve eserlerinizin bildirimini üye olduğunuz kuruma yapmanızı salık veririz. Eğer imkanınız varsa bir edisyon firmasıyla sözleşme yaparak hem eserlerinizin pazarlanmasını sağlarsınız, hem de Mesam üyeliği gibi resmi işlerle daha az uğraşırsınız. Böyle bir firmayla anlaşma yapmadan önce mutlaka imzalayacağınız yazılı sözleşmeyi hukuk uzmanlarına gösterin, kafanıza takılan soruları mutlaka sorun. Edisyon anlaşmaları genelde uzun dönemler için imzalandığından, imza öncesinde çok dikkatli incelenmeleri gerekmektedir. Sorularınızı bize de iletebilirsiniz.